ÖNSÖZ Yeryüzünden gelip geçmiş insanların en mümtaz ve müstesna fertleri, ile başlayan peygamberler silsilesidir. Bu silsilenin en büyük ve mükemmel halkasını da, hiç şüphe yok ki, son peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) teşkil eder. Zira o, kendisinden evvelki bütün peygamberlerin bütün yüksek ahlâk ve âli seciyelerini kendisinde toplayarak "hâtemü'l-enbiyâ" mânâsı ile bütün peygamberlere reis, onların dinlerinin aslına vâris, kendisinden sonra gelen ve onun terbiye ve irşadı ile kemâl bulan milyonlarca evliyâ, asfiyâ ve sulehâya üstad ve muallim olmuştur. Onun nurundan evvel, kâinat umumi bir mâtem içindeydi. Mevcudât birbirine düşman, bütün cansız varlıklar birer cenaze, insanlar ebedî yokluğa mahkûm yetim hükmündeydiler. Onun getirdiği nurla kâinat birden şenlenerek cûş u hurûş içinde muhteşem bir zikir ve şükür mescidi hâline gelmiştir. Mevcudât artık birbirine düşman değil, kardeş olmuş; cansız varlıklar, Cenâb-ı Hakkın sonsuz hikmetlerine mazhar ve insanların emrine musahhar birer memur vaziyetini almıştır. İnsanlar ise, ebedî yok oluştan kurtulmuş, Hâlik-ı Zülcelâlin sonsuz saadetler ülkesi olan Cennetine dâvetli aziz birer misafir durumuna girmişlerdir. Kısacası, âlemlere rahmet olarak gönderilen o zât, insanlığın gecesini gündüze, kışını bahara çevirmiştir. En küçük bir alışkanlığı bile tiryakisine bıraktırmak zor, zahmetli ve uzun zaman isteyen bir olduğu halde; âlemler fahri o şanlı nebî, câhil, vahşî ve inatçı insanların dem ve damarlarına işlenmiş, hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmiş pek çok âdetlerini kısa zamanda, tek başına, hiçbir zora başvurmadan kaldırmaya muvaffak olmuştur. Kendi çocuğunu canlı canlı toprağa gömen o vahşî topluluktan, en medenî milletlere medeniyet dersi verecek derecede yüksek seviyeli bir cemiyet meydana getirmiştir. İçtimâî bakımdan çok düşük bir hayatın yaşandığı, hiç kimsenin hayatından emîn olmadığı karanlık bir dünyaya doğan o hidâyet güneşi, getirdiği saadet düsturlarıyla kısa zamanda yüksek anlayışlı ve yüce ahlâklı insanların yaşadığı emniyetli bir içtimâî hayat tesis etmiştir. İşte böylesine müstesnâ, nurânî bir şahsiyetin sahibi Hz. Muhammed'in (a.s.m.) 23 sene gibi kısa bir zamanda bütün dünyanın düşmanlığına ve her türlü mânilere rağmen, başardığı bu muazzam maddî-i mânevî inkılâp, dost düşman herkesin hayranlık ve takdirini kazanmıştır. Tevhid dâvâsını omuzlandığı gün, yeryüzünde inanç ve fikirlerini paylaşacak birtek kişi bile yoktu. Vefatından az önce Arafat Dağında irad buyurdukları Vedâ Hutbesi esnasında ise, etrafında altından halkalar halinde yüz bini aşkın Sahabî bulunuyordu. 1400 küsur sene sonra, bugün ise, onun getirdiği nurun etrafında renkleri ayrı, dilleri farklı, fakat inanç ve gönül birliği içinde bulunan 1 milyarı aşkın ümmeti mevcuddur. Dillerinde onun ismi vardır. Hayatlarında onun getirdiği ebedî nizam hâkimdir. Kâinat kitabının derin muammâsını en güzel sûrette anlayan ve ders veren de yine o olmuştur. Onun ders verdiği hikmetten mahrum felsefeci, kâinattaki hakiki hikmeti elde edemez. Vesvese ve şüpheler girdabında kalb ve ruhunu kaybedeceği gibi, aklını da geveze eder. Kendi gibi çoklarını da yoldan saptırır. Onun Kur'ân ahlâkını kendisine rehber edinmeyen ahlâkçının, onun ortaya koyduğu prensipleri benimsemeyen içtimâiyatçının insanları götüreceği yer, bir başka ahlâksızlık ve huzursuzluk zemini olacaktır. Yazar ondan ilhâmını ve edebini almazsa, her zaman ruhsuz, mâneviyâtsız ve eksik yazacaktır. Hatip onun hitâbet tarzını bilmez ve ondan mevzuunu almazsa, kalb ve ruhlar üzerinde derin tesir icrâ edemeyecektir. Edebiyatçı onun nezih edebini bilip kendini onunla edeblendirmezse, edebsizlik çamurunda hem boğulacak, hem başkalarını boğacaktır. Komutan onun harb siyasetini bilmezse, hezimete uğramaktan, zulüm ve vahşet irtikâb etmekten kendisini kurtaramayacaktır. İdareci onun idarecilik vasfını bilmezse, hayatta kâmil mânâda muvaffakiteyi pek az elde edecektir. San'atkâr onun ibretli nazarıyla kâinatta eşyaya, insana bakmazsa, tabiatperestlikten kendini kurtaramayacaktır. Eğitimci onun şefkat, sevgi ve saadet bahşeden terbiye düsturlarını bilmezse, vazifesinde gereği gibi başarı elde edemeceyecektir. Çok şeyi unutturan, eskiten ve duyulmaz hale getiren zaman, Kâinatın Efendisinin nurânî 27.07.2012 Önsöz ada99:500.htm Sayfa 2 / 2 sadâsını değil unutturmak, eskitmek, belki daha gür bir şekilde günümüze kadar aşk ve şevk içinde taşımıştır; kıyamete kadar da daha parlak bir sûrette taşıyacaktır. Bugün onun Asr-ı Saadetinden akıp gelen kudsî edâ ve sadâsı, ruhlarımızı, gönül ve vicdanlarımızı bir başka tatlılık, bir başka heyecan ve bir başka haşmetle okşamaktadır. Bize yeniden hayat, yeniden aşk, yeniden ümit, metânet ve cesaret vermektedir. Böylesine yüce bir peygamberin örnek hayatını kaleme almak, o nur kaynağından asrımızın karanlıklarını aydınlatacak huzmeler sunmak, elbette çok büyük ve şerefli bir vazifedir. Büyüklüğü nisbetinde de dikkat ve hassasiyet isteyeceği muhakkaktır. Şimdiye kadar Resûl-i Ekrem Efendimizin hayatı yüzlerce defa yazılmıştır. Fakat onun beşerî şahsiyetiyle peygamberlik vazifesinden gelen mânevî şahsiyetinin muvâzeneli şekilde nazara verilmesi hususunda her zaman gerekli dikkatin gösterildiği söylenemez. Siyerler ve tarihler, aynı zamanda sosyal hâdiseleri tesbit eden birer tarihî kaynak olma hüviyetleriyle daha çok Peygamberimizin beşerî şahsiyeti üzerinde durmuşlardır. Risâlet makamındaki ulvî şahsiyetine ise, aynı nisbette dikkatleri çekmemişlerdir. Halbuki, o eşsiz zâta gerçek hürmet ve itaat hislerini telkin edecek, daha çok peygamberlik şahsiyetindeki müstesnâ kemâlâtının bilinmesidir. Gerçi onun ümmete her cihetten imam ve örnek olduğunu göstermek zaruretine binâen, beşerî ahvâlinden bahsetmek de elbette gerekli, hattâ zarurîdir.F akat, sathî nazar sahipleri için, onun ulvî şahsiyetini idrâk edebilmeye, sadece bu beşerî yönünü nazara vermek yeterli değildir. Bunun için Peygamberimizin bir çekirdeğe benzetilen beşerî ahvâlini anlatırken, o çekirdekten çıkan haşmetli Tûbâ ağacı gibi mânevî hüviyetine ve risâlet şahsiyetine de zaman zaman nazarları çevirmek gerekmektedir. Tâ ki, ona lâyık hürmet ve muhabbet hakkıyla gösterilebilsin. Meselâ o zâtın çarşı içinde bir at alışverişinde, sıradan bir bedevî ile pazarlık yapmasına bakıldığında mânevî şahsiyetinin anlaşılması, idrâk edilmesi mümkün değildir. Bu durumda hemen akıl gözünü kaldırıp, onun Refref'e binip, semâvâtı geçip, hattâ Cebrâil'i bile geride bırakarak tâ Kab-ı Kavseyn makamına yükseldiği risâlet şahsiyetine bakılmalıdır. Ancak böylece beşerî halleriyle risâleti arasında tam bir köprü ve denge kurulmuş olabilir. Uzun süren titiz bir çalışma sonunda vücud bulan elinizdeki eserde, bu hususa azamî derecede ihtimam gösterilmiş; mütehassıs bir heyetin dikkatli tetkiklerinden sonra sizlerin istifadesine sunulmuştur. Eserin telifinde, günümüz insanının anlayabileceği bir lisân ve okuma rahatlığı sağlayacak bir üslûp kullanılmasına da hassasiyet gösterilmiştir. Günümüzde insanlığın asıl ıztırabı, Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed'i (a.s.m.) tam mânâsı ile tanımamış, hakiki şahsiyetini bilememiş olmasından ve getirdiği esaslara karşı lâkayd kalmasından, onlara aşk ve şevk içinde kucak açmayışından gelmektedir. Dünyanın mânevî sarsıntısı da, sıkıntısı da, anarşî ve huzursuzluk içinde bulunması da bundan doğmaktadır. Onu anlamadıkça, sevmedikçe hayat bahşeden prensiplerini kendisine rehber edinmedikçe de, insanlığın bu sıkıntı, sarsıntı ve buhrandan kurtulması mümkün değildir. İnsanlık onu anlamak zorundadır. Bu eserimiz, onun bir nebze de olsa anlaşılmasına vesîle olacaksa, kendimizi bahtiyar addedeceğiz. Sizi eserle başbaşa bırakırken, eserin hazırlanmasında en az benim kadar gayret gösteren, himmetlerini ve yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen kıymetli ilim ehli hocalarıma, değerli büyüklerime ve muhterem mesâi arkadaşlarıma burada tekrar tekrar samimî teşekkürü bir borç bilir; sözlerimi şu veciz ve özlü duâ ile bitiririm: Yâ Erhamerrâhimîn! Resûl-i Ekremin (a.s.m.) hürmetine bizi onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibâına muvaffak ve dâr-ı saadette onun âl ve ashâbına komşu eyle. Âmin. Salih Suruç 3 Ramazan 1401 5 Temmuz 1981 Üsküdar